7 Temmuz 2008 Pazartesi

herkes kendi canavarıyla

"
kurşuni büyük bir gök ve altında tozlu büyük bir ova,ne yol var ne yeşillik,tek bir devedikeni ve tek bir ısırgan bile yok.iki büklüm yürüyen insanlara rastladım.
her biri,un çuvalı,kömür çuvalı,bir roma piyadesinin savaş gereçleri kadar ağır,koskoca bir canavar taşıyordu sırtında.
bu ağırlık ölü bir hayvanın,bir eşyanın ağırlığı da değildi;onu taşıyan insanı canavar,esnek ve güçlü kaslarıyla sarıyor,eziyor,iki iri pençesini göğsünde kenetliyordu;olağanüstü başı,eski savaşçıların düşmana dehşet salmak için giydiği miğferler gibi,alnının üstündeydi taşıyıcısının.
nereye gittiklerini sordum onlardan birine.kendinin de yanındakilerin de bir şey bilmediğini söyledi;böyle yürüyüp durduklarına göre elbet bir yerlere gidiyorlardı.
işin daha da garibi:boynuna abanmış,sırtına yapışmış vahşi hayvanlardan hiçbiir yakınmıyordu,kendinden bir parça gibi düşünüyordu onu.yorgun,ciddi yüzlerinde umutsuzluktan eser yoktu.sıkıntılı gökkubbenin altında,ayakları gökyüzü kadar hüzünlü bir toprağın tozuna dalmış,hep bir şeyler umup duran insanların teslim olmuş yüzüyle yürüyüp duruyorlardı.
insan katarı,yanımdan geçip ufka,dünyamızın yuvarlak yüzünün meraklı insan kaçışlarındankaçtığı noktaya gömüldü.
bu gizemi anlamaya çalıştım bir an.kaçınılmaz bir kayıtsızlık düştü üstüme sonra ve o kayıtsızlığımın altında,canavarlarını taşıyanlardan daha çok ben bitkin düştüm.

"

paristen ıskılmış bir garip baudelaıre

Hiç yorum yok: