2 Ağustos 2011 Salı

yo era ninya

Uykumdan uyandım, bir süre etrafa bakındım, çorbayı sevdim. Saat de sabahın beşi oldu, yaklaşık bir saattir ekrana bakıyorum ve aynı şarkıyı yirmi dokuzuncu kez dinledim. Aklımda iki tane temel cümle dönüyor: Birincisi, yaşlandıkça daha da insan olduğumu hissediyorum; ikincisi, la ville avait changé, la mort aussi. –Elbette yeni cümleler yazmayı ben de isterim, ama zaten şu anlarda bu iki cümlenin yorumunu/uygulamasını daha farklı bir çıkış noktasından yapıyorum kendimce, şöyle oluyormuş sanılanın aksine: okudukça yazdıkça yürüdükçe dinledikçe yaşadıkça daha da küçülüyor ama bir o kadar hızlanıyor içimizdeki çocuk söz öbeğindeki o iç çocuk—zaten onun büyümesi çelişkili olmaz mıydı? Hiç değişmeden kalsaydı ya da büyüyerek yavaşlasaydı, o zaman halimiz nice olurdu… Bu yüzden halen o içtekine tutunabiliyoruz, henüz.

Yorgunluk ve bezginlik birçok şeyi yavaşlattı. Sonra çorba masaya atladı. Sonra ben, zamanın birinde İstanbul’un en küçüksarıhızlı taksisinde takdim edilen deftere, çok daha güzel şeyler yazdım ve uyudum.
d.

1 yorum:

mont bere dedi ki...

sanmayın ki bakan yok.