12 Haziran 2009 Cuma

'mes mensonges deviendront une vérité'

Aklımda belirsiz cümleler vardı bu kente gelirken, düşünebilmek çok yakındı, ama uzak tutuyordum kendimi, belli belirsiz bazı hisler taşıyordum karanlık olanlardan, umut barındırmayanlardan, ama dile getirmiyordum, yazmıyordum; günlük işlere odaklanıp, alışma eylemine yabancılaşarak da olsa, alışıyordum; insanlarla konuşuyordum şaşarak kendime, oldukça yabancı ama bildiğim anladığım dillerinden.
Gayet uzunca bir döneme rastgelir ki, gecelerin ve o karanlığın ve malum mevsim kış idi o fırtınanın ağırlığı, yorgusu, hatta bir de zamanın geçmek akmak bilmeyen soğukluğu, üzerime bindi, kuşattı beni, evvelden bezmiş olan bünyemi yıldırdı.
Aylar geçti.
Bol yürüdüm evet, yürümeye çalıştım, yürürken güzel hissettim. Tanımlama gereği duymadığım büyük olasılıkla pek gerçek olmayan bir güzellik hissiydi bu, zaman aşımına uğratmamak için belki de kendimi, bir kalkandı bunu hissedişlerim. Bir ölünün, belki de birden fazla ölünün ardından koşup koşup sürüklendiğim ve vardığım bu kentte peşimde olan bir şeyler vardı, peşimden düşmeyen. Ayağıma dolaşmasını istemedim bu peşimden atamadığım şeylerin, durmadan düşünmedim bu yüzden, dedim ya uzak durdum düşünmeye; düşünmeye durmadım.. (Kent de soğuktu bu günlerde ve kibardı bana karşı, anlaşmaya başlar gibi olmuştuk..)
Böyle kaçamak böyle sürgün böyle başka dillerle bir şeylerin değişmesi olanaksızdı, biliyordum başından. E varsaymak başka, kavramak başka dimi. Temelinde, ölülerin peşine takılmak, başından yanlıştı ve kendi kendinde yakan bir eylemdi ama şu da gerçek ki bu benim yegane yaşama şeklimdi, sorgusu ve ayrıntısı boldu ama varılcak kaçılacak yerler sınırlı, belliydi. Geçirdiğim bunca günün ardından, iyileşmek bir yana; daha bilincindeyim gerçeklerimin. Bunalımlarımın depresyonlarımın falan bilinci değil bu, bunların lafı geçmiyor artık kendimle aramda, içinde bulunduğum duygular ki yoğunlar, ve ben onları kavramaya çalışırken onlar beni kavrıyorlar, kuşatıyorlar. Demem o ki, ölülerimin sayısı burada da çoğaldı, burası temiz sokakları ya da hissettirdiği huzurla gözümü boyayamadı, evet kanmak istemiştim çocukça, fakat anlayabilme yetim sağolsun, kanamadım. Sevinmeliyim sanırım buna. Bu kent bendeki boşluk olgusunu bana her hatırlattığında, daha varışımın ilk gününden kurmaya başladığım kentin içindeki kentime doğru yürüdüm; orası daha boşluk'tu, evvelden beri benimdi, burayla yaş(l)a(n)dıkça bu kentin boşluğundan (özgün sesinden) beslendi, daha da yer etti, yerleşti, yerini daha çok hissettirir oldu, dürtükledi dürtükledi durdu. Hal böyleyken, düşünmek eskisi gibi uzak kalamadı. Ve şu aklımdaki belirsiz cümleler, yerlerini değiştirdiler. Onları duyabileceğim okuyabileceğim yerlere yerleştirdim, zamanı gelmişti. Ve duydum gördüm ki, epeydir, belki de, ölülerle yaşamaya alışamadığımdan, paylaşamadığımdan, güven inanç dostluk aşk gibi kelimeleri duyduğumda haha efektini kullanmaya başladığımdan beri, uğraşmanın ne kadar anlamsız, günbegün daha da anlamsız ve her daim çok daha çok anlamsız olmaya başladığını idrak ettim. Haha (evet).
Minimalist cümlelere odaklanıyorum, kelimeleri seçiyorum. Yaşayan ne kaldı elimde, hiç. Etrafım nesnelerle çevrilmiş, her kelime bir nesne, her nesne bir kelime. Nefes alan bir şey yok. Bir istek var içimde, hergün burnuma kadar hissettiğim, doyasıya arzuladığım, kuşkusuz hergün günün herhangi birçok saatinde düşündüğüm: daha fazla dünyada yaşamamak, varolmamak, olmamak, ya evet kısaca olmamak isteği.
Nedeni? Kolay bilinmezliklerin içinde tükenen bir güç var, yadsınamayacak.
(lütfen daha erken demeyiniz, diyebilirsiniz de (haha)).
Yok olmak işte, nasıl da absürd. İnsanın kendi yokoluşunu çok yavaş hissetmesi, ağır çekimde, yalnız dikkat , 'o' hissetme anından bahsediyorum, yokoluşun yavaşlığından değil de hissedişin yavaşlığından, geçip bitmek bilmeyişinden. Ne de hoş.
Kargacık burgacık bu yaşamak. Söylene söylene devam ediyorum işte. Duyuyorum bir şeyler, tenha sokaklarda yürüyorum, hadi yazayım diyorum. Bunların hepsi uğraşmak, ve bunların hepsinin bir sonu var. Bu sonu yazabilirim belki, belki değil, bu yaşayamamayı onikiden vurmak gerek, bu dünyada olmamak gerek, gereklilik meselesi değil.
Bu sıkıntı benim parçam, bu sıkışmışlık, tüm bunlar, tüm ölüler, tüm ölü anılar, tüm ölü kelimeler, parçalarım.
Boşluktan kentler aramak, boşluktan kentler kurmak, bu boş hayatı sürüklemek durmak oradan oraya.

damla..

Hiç yorum yok: