22 Haziran 2010 Salı

things i like, bir sürü çilek bahçeleri, aşırılığın peygamberleri

Bir karpostalda,

Ortaköy 10'

Bu aralar ne zaman kaybettiğimi bilmediğim irademi bulmaya çalışıyorum.
Nasıl olsa gelmene az kaldı ve bu gece burada fırtına var. Eğlenceli bir şeyler yazamıyorum. Onun sözlerinden uzağa aldım kendimi, asılı duruyorum. Lakin bu özlemle başa çıkamıyorum, özlediğim beni içine attığı, sarfettiği binlerce kelime değil; salt yakınındaki, yaşayabildiğim...

Önemseyip özleyecek şeyler hep var.
Tırnak içinde: rhétorique,,, ne konuşmayı ne yazmayı seviyorum!

Güzel gel.

--Karpostallarım, yazı çizilerim.
İlacını iç, tüm beyin kıvrımlarını yok eden o hapları, ikiye bölünce yetmiyor, tam olmalı. Önce kasların gevşer, sırt omuz kol. Sonra eklem yerleri, bileklerin iplerinden yere bırakılan kukla gibi rahat, uzanmış. Muzip muzip gülüyorum. Agresif tavrımı bir yana bırakıyorum, kafamı kaldırıp çevreme bakıyorum: şeylere. Tüm şeylerin hızları yavaşlamış, ağır çekimde görüyorum, kitaplığı, kitapları, duvardaki boyaların sıvaların oluşturduğu dalgaları, kutuları, kalemleri. Yanım yöremdeki şeyler; çoklukları, çoğullukları, karmaşıklıkları; algım karışsa da, ağır çekimde seçebiliyorum, sayıyorum, ayırt ediyorum, sanki şeyleri görmekle yetinmeyip, sanki bünyeme alıp, onları biriktiriyorum, kendime katıyorum. Çok fazlalar, renkleri dokuları elleri ayakları. Tüm şeylere kendime bakıyormuş gibi bakıyorum, birikiyorum. Tekilleştirip sadeleştirecek enerjim yok. En başında nolmuştu, ne vardı diyorum. İlk Adem vardı diyorlar. Siz öyle sanın diyorum, ilkin kelime var idi.

Arzunun müphem nesnesi.

Başlarda derslerine geç kalıyordun, sonra hepten gitmemeye başladın. Derslerini önemsemiyordun. Okulu, karın ağrılarını, geç kalışlarını, çevrendekilerin samimiyetlerini, ince giyinip üşüyüşünü, bozulan bilgisayarını, giysilerini, denizleri, yürümeyi, sebepleri sonuçları,,,önemsemiyordun. Önemsediğin bir şeyler vardıysa da bunlardan hiç bahsetmiyordun. Birinci temel durumun yalnızlığındı, diğeri önemsememek. Halbuki, birden sinirlenirdin küçücük bir şeye, bazen sesini yükseltip kızardın, birkaç kez de ağlamıştın.

Arzunun müphem öznesi.

konuşmuyorduk biz.
sis yayıldı, kayalıkları aştık.
bize baht dileyenler gözden kayboldular.
tepeye varınca, yamaçlar da karardı.
göz gözü görmez oldu.
biz konuşmuyorduk.
her şey ufalıverdi.
dupduru karanlık.
yere bir yaprak düşse kimsenin duyamayacağı bir sessizlik.

birbirimizin içine düşüşümüzün bilmemkaçıncısenesiningününün arifesi
hergün böylesi işte,
en kelimesiz kaldığımız anda ellerimiz titremişti.
öylesine ölesiye nereye olduğunu bilmeden yuvarlandık.
şimdiyse niye yüründüğünü bile bilemeden, salt yürüyorum.
çığ olup yürüyorum
kaçıp gidemiyorum da.
usancımdan beslenemiyorum.
usancımın götürdüğü tek yer uzaktan uzağa susmak.
zamanın hiçliği işliyor, inceltiyor.
çoğulluk ve karmaşa.
birikip, hiçleştiriyorum.

Arzunun nesne olmuş öznesi.

Özlerdin.
Durup dururken pat diye beş sene önce annenin attığı bir ayakkabıyı özleyebilirdin, olanca saflığınla.
İnsanları yanlarındayken bile özlerdin.


Bir Karpostala Yazılan,

Arcachon 09'

Kumlar gözüme kaçıyor rüzgardan.. Beyaz kumlar. Kafamı kumul'dan kaldırıp gökyüzüne bakıyorum, 'stairway to heaven' diyorum -melodisiz, sanki öyle bir şarkı cümlesi yokmuşcasına, kendi cümlemmiş gibi, kendi şarkımla.

Ve yaşam bize aldırmadan devam ediyor.
Ben kumdan tırmanıyorum, merdiven solumda.

Dune du Pilat'da bir hayal buluyorum.
Bak, karşıda okyanus, tepede yıldızlar, günlerdir bu ve bunun gibi sahil kasabalarında geziyorum.
Gerisi meçhul.

Dediklerine göre, bu kasabada, geceleri suya girince küçük ışıklı yaratıklar ayaklarını gıdıklarmış.
Hayalimi onlara bulaştırıp, uzaklaşıyorum.

damla..

Hiç yorum yok: