4 Şubat 2009 Çarşamba

oysa

Gidiyorum ben demek gibi bir şey bu.

Sabahın karanlığı pek yoğun burda. Peki ya kime gidiyorum ben demek, gidebilmenin ne olduğunu daha bilmeden. En içten saf duygularla yarım bırakmak bir şeyleri, mümkün mü bu. Değil elbette içimiz hep rahatsız. Ve bununla yaşamak için bol bol yürümeyi seçiyoruz. O şehir senin bu şehir benim. Dillerinden anlamadığım başka insanlarda arıyorum gidiyorum ben dediklerimi. Bulmak da mümkün değil elbet. Bu yüzden bütün günlerimi en fazla salut!! yahut bonjour!! diyerek ve en az miktarda uzun cümleler kurarak geçiriyorum. Durumlardan sorular üretemediğim bir noktadayım. Soruların çok kalitesiz olduğu, gecelerin geçmek bilmediği. Sabahın karanlığında yürümeyi denemeliyim belki. Hepsi nafile. Hayatıma olur olmaz giren hikayelerin sonlanışlarındaki korkudan tirtirtitremek - öylesine kanıksadım ki artık bunu, korkmanın ne demek olduğuna bile yabancılaştım. Bunu böyle yaşıyorum, hikayeler başlıyor ve bitiyor ve ben titrediğimle kalıyorum. Bu işte onların 'in fact that' dedikleri durum. Aşılamayan. Aşmaya yanaşmanın sadece kaçmak'mış gerçekliğinde yüzüstü kaldığım durum. Hayatın benden istediği de bu değil mi? Her ezan sesinde tüylerimin diken diken olması, her ölümün ardından duyduğum haykırışlarda 'ben nerdeyim' deyişim, bunların hepsi talihsizlik. Yaşayışıma yön veren devasa bir talihsizlik.

'in fact that' dedikleri durum birilerinin ölmesinden ve diğerlerinin kalakalmasından ibarettir. Bu hayatın gerektirdiği, kaydedilmesi gereken bir aşamadır. Hayat bunu insanoğlunun önüne bir gereklilik olarak sunar, ama bu ciddi bir travmadır. Hayat dediğimiz mefhum bu noktadan sonra koskocaman bir karanlıktır, bu karanlıktan yol bulmaya çabalamak ya da çabalamamaktır. Bu, tökezlemeyi beraberinde getirir ki, işte bu en kötü duyumdur. Tökezlemek, sıkışıp kalmışlığın en üst seviyesidir. En yüksek düzeyde çaba ve umarsızlıkla yoğurulmuş bir biçimde, elde var sıfır iken, kurgu dünyasına başvurulur, tüm yalanlar bu gerçekliğin parıltısında ortaya çıkar. Sevmek, inanmak, güvenmek, aşk, yaşamak falan filan. Hemen bu kurgu dünyasına adapte olunur; belirtmeliyim ki bu kaçmak değlidir asla ve asla,özünde tökezlemek, koşabilmenin bilinciyle emekleyebilmenin bilinci arasındaki anlamsız ruhsuzluktan ibarettir.

'gitti' , gidiyorum ben ('o') diyen şahsiyetin di'li geçmiş zaman halidir.

'gitti', sadece bu zamanlama hassasiyetini anlamlandırmak değil, aynı zamanda bu 'gitti' cümlesini kurabilen kişinin, kendince bu cümleyi çekimlemesi, kavramlayabilmesidir.

Ki bunun kavranması imkansızdır. Cümleler kurabilmek, kavrayışı beraberinde getirmez. Burada tekrar kurgu'ya dönülür ki gerek gerçek gerek kurgu tümüyle yersizdir. Herhangi bir çözüm önerim yok. Yüce şahsiyetin dediği gibi, sistem bizi bu noktaya getirdi, şimdiyse gereksiz kelimelerle cümleler kurarak, uykuyu yaklaştırmaya çalışıyorum. Bu böyle bir gece işte, böylesinden.

Damla..

1 yorum:

mont bere dedi ki...

sizde bir ay ara pek hayret alamet diyildir komşi.derdiniz varsa bilelim klişelerle komşu komşunun sipsisine muhtaçtır.demiamaıh?