18 Ocak 2009 Pazar

nüks

Göğsümüzü delip deşen acıyı biz -artık- anlatamayız, o acıyı bize -ancak- rüyalar anımsatabilir. Cümlelerin kitlendiği ve delirmenin eşiğine varılınan çoğu zamanlarda, kalemler hiçbir işe yaramazlar. Hava almak, kendine gelmek, sigara yakmak, dakikalık avuntulardır; konuşmak, ağlamak, ufak tepkiler sergilemeye çalışmaksa çoktan tüketilen şeylerdir, amaçsızca. Hiçbir yere ait olmayan benlik, kah geniş meydanlar arzular, kah en bilinmedik odalar sokaklar. Hem bunlar da zamanla gevşer, erir rüyaların ertelerinde. Başkalarının cümleleri zaten çoktan yoksayılmıştır. Tüm bedenler dar gelir. Kapatılmışlık sıkışılmışlık gibi beylik hislerin de ötesinde bir yaşayamamadır hiç dile vurulamayan. Ki insan kendi dilindeki tüm haykırışları unutmak ister, kendi dilinden vazgeçmek, onla anlaşamamak. Tam anlamıyla bir kaçma isteği değildir bu, kaçış ummanın yanında sündürülümüştür zaten. Ummuyoruz betimleyebilmeyi, çoğu kez beceremeyip yolun başından dönmeyi yeğliyoruz. Ölümlüyüz. Bunu bilmek hiçbir işe yaramasa da. Önüne atılıverdiğimiz yeni şehirlerde bile bizi heyecanlandıran tek şey pencerenin ötesindeki fırtınanın sesi oluyor. Gerisi lakait. Çünkü fırtına da az buçuk yorgun. Bavullarımıza ille de sığdırmak istediğimiz bir şeyler yok artık. Ciddi olamayıp gülmeye başlıyoruz. Eskiden olsa belki fırtınanın fısıldadığı bir şeyler olurdu, oysa ellerimizle birer birer kalanlardan toplayıp, susuyoruz.

damla..

Hiç yorum yok: