25 Eylül 2008 Perşembe

önce kuş olduk..

az değillerdi. birçok kerelerdi. bir çok kere gece olmuş ve gün doğmuştu. her zaman günü ayrı geceyi ayrı sevememişti. bağırmış çağırmıştı ilkin. ne bu karanlık, gözlerim seçemiyor, üşüyorum, titriyorum, kimse de yok üstelik çığlığını atmıştı. ve gün doğunca.. elinin ayarı olmadan har vurup harman savurmuştu. o gün ışığını evde oturup televizyon izleyerek ziyan etmişti çoğu kez. dışarı çıktığında da hep şikayet edecek bir şeyler bulmuştu. evet hiç güneş gözlüğüm yok diyecek kadar abartmamıştı, ama güzel havalara küfür edenleri, küfürle dinleyecek kadar kendinden geçip haddini aşmıştı defalarca.
ve her şey gün ışığını yaşayamamayla başladı. ve karardı günler. bir odada kaldı. odada hep farazi şeyler vardı. kendisinin yaptığı resimler, kendi hayatından fotograflar, lise yıllarının güzellikleri, üniversite yıllarının coşkuları.. karanlığın verdiği korku ve can sıkıntısı ile bunları aldı eline. oynaştı, oynaştı, bunun orasını, onun burasını derken yontuverdi güzelim albümleri, posterleri, defterleri, kitapları. yaşayıp bi kelebek gibi havada süzülmeleri. aşık olmayı eline aldı. aşık olmanın 'hep benim olsun isteme'kısmına dokundurdu işaret parmağını, baktı ki ipanayla fırçalanmamış, çatladı. biz olmanın güven kısmına attı bu sefer diğer elinin işaret parmağını,gene çatladı. sonra onlarla yaşamanın rahatlığına yasladı sırtını, duvar soğuktu, üşüttü. anladı ki onlar da her zaman yok. hatta hiçbi zaman belki. dokunduğu her şey domino taşları gibi teker teker çürüyünce çok korktu tabi karanlıktan. ne menem bişeymiş diyip nöbetçi eczane, nöbetçi ipana bulmak gerekti ama. bu saatte dışarı çıkamayacak kadar korkmuştu karanlıktan. karanlıktan çıkamayacak kadar dışına çıkmıştı yaşamanın.
günler hep böyle geçti sonraları.. bir kış ve bir ilkbahar ve utanmadan üstüne bir de yaz gelip çöreklendi. evde kalmaktan ne mevsimlerin değişimlerine bırakabiliyordu bünyesini, ne de titreyip ısınmanın rahat gelgitlerine. bir gece. gözleri gene karanlık odada bir kıpırtı ararken, -belki de tamamen kendi hayalinin bi ürünü olan-bi ışık hüzmesi gördü. dokundu hüzmeye, sevdi, öptü ışığı, süzüldüler ve dans ettiler bir süre. ama bu hüzmenin ne nereden geldiğini ne de nasıl bir şey olduğunu bilemediği için kullanamadı bir süre. kaybetmekten bu kadar çok korkarken, onu yaşayamamak bir süre karanlıktan bile daha çok zorladı onu. oysa hüzme odanın içini aydınlatıyordu sadece. bunu farkettiği gün yeniden doğdu işte. dışarısı değildi aydınlatmaya gerek duyduğu, dışarı çıkmak değildi. artık hiçbir şey eskisi gibi zaten değildi. ilkbaharda çimlerin yeşilinde kaybolmalar ve kışın titreyen dudakları öpüldükçe sarsılmalar.. bunlar eski zaman hikayeleriydi.. şimdi ise bir ışık hüzmesi vardı. -belki de o buna inandırmıştı kendini-kırılan, dökülen onca yaşamdan sonra bu hüzme nerede olduğunu gösteriyordu en azından. odanın içini. zararın boyutunu. gecenin soğuğunu, günün unutuluşunu. ve bu yetiyle bir gün, son bir gün daha gördü genç kadın. geceleri ve gündüzleri beklentiler dışına iterek, kendi hüzmesiyle ilerleyebildiği, varolup acı çekip, titreyip ısınabildiği bir başka gün gördü genç kadın. ve kaldı. önce kuş olup sonra uçmadı belki semada ama. hüzme olup süzüldü bir gün daha.

alev

Hiç yorum yok: